RSS

Türkiye – Gürcistan – Azerbaycan..

07 Eyl

10 Temmuz 2008 günü sabahı Türkiye-İran-Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye güzergahını tek başıma gerçekleştirmek üzere hareket ediyorum. İlk hedefim Elazığ. Motor 6 bini orada dolduracak ve bakıma girecek. Buradan Kars’a geçip fazla araştırmadığım Azeri vizesini alıp İran üzerinden yola devam edeceğim. Alışveriş olarak İran’dan çay, Gürcistan’dan şarap var planımda ama evdeki hesap yola uymayacakmış meğer.

Sabah 08.30 gibi tek çantayı motora bağlayıp G.Antep otobanına çıkıyorum. Nurdağı’nda otobandan ayrılıp Pazarcık-Gölbaşı-Yeşilyurt derken 100-110 km arası bir süratle Malatya’ya ulaşıyorum. Malatya-Elazığ arası virajlı dağ yollarında ilk vartayı atlatıyorum. Virajın içinde kamyonu sollamış bir 50 NC kamyonet ile burun buruna geliyorum ama yol dar ve kaçacak yer olarak sağda yarım metre genişliğinde eğimli ve irili ufaklı taşlarla dolu banket var, buraya inmem kaçış değil ciddi yaralanma ile sonuçlanır . Bekliyorum, kaçacak yerim olmadığını gören şöför frenlere öyle bir asılıyor ki, kamyonetin arkası hoplarken ve havayı yanık lastik ve balata dumanları kaplarken mucizevi şekilde beni sıyırıp geçiyor. Yola devam ediyorum ama fark ediyorum ki hiç korkmamışım, bir müddet kafamı kurcalıyor çünkü gerçekten korkulası bir durumdu.

Neyse, gayet vakitlice Elazığ’a ulaşıp Honda yetkili servisini bulup bakımı yaptırıyorum.


Resim


Bakım-çay-sohbet-diğer dükkana gidip kart çektirme faaliyetlerine rağmen saat hala 18.00 ve havanın aydınlık olduğunu görünce, yola devam edip bu gece Tunceli’de yatarım diyorum ama bu fikrim, bu güzergahın bu saatlerde tehlikeli olabileceği gerekçesi ile kabul görmüyor ve bana Bingöl üzerinden gidip geceyi orada geçirmem öneriliyor. Bunun üzerine Bingöl’e doğru devam ediyorum.


Resim

Resim

Yoldaki köylerden geçerken dağ gibi çöp yığınlarının ya evlere çok yakın ya da evlerin önüne atılmış olduğunu ve eşek sürülerinin bu çöp yığınlarından beslendiğini çok yerde görüyorum. Vakit kaybetmemek için fotoğraf çekimini dönüşe erteliyorum. Yeni yapılmış olan bölünmüş yola gelince ikinci vartayı atlatıyorum. Bingöl yönüne o saatte bomboş, gelenler tek tük. 100 km süratle sağ şeritten rahatca giderken karşıdan gelen grubun ortasından sepetli bir motosiklet aniden bölünmüş yolun ortasındaki şeritleri ihlal ederek süratle ters yöne dalıyor ve şeridime geçerek üzerime doğru geliyor ve gaz da kesmiyor. Bir anlık şaşkınlıktan sonra, sepetlinin biraz önce geçtiğim Petrol’e gireceğini ve bu hızla bankete inemiyeciğini hesaplayıp bölünmüş yolun gidişine ait sol şeridine kırıyorum direksiyonu ama o onda o da sağa kırıyor ve yine karşı karşıyayız ve o kadar yaklaştık ki o anda aklımdan “Kafa kafaya gireceğiz bununla” diye düşünce geçiyor. Son anda can havliyle tekrar sağa kırıyorum ve bu sefer neyse o düz devam edince birbirimizi sıyırıp geçiyoruz . Dönüp arkasında yetişip hesap sormama imkan yok çünkü bu sefer elim ayağım titriyor, yarım saat su-sigara ancak kendime gelip yola devam ediyorum ama karanlığa kalıyorum. Bingöl’e 30 km. kala “33 şehit asker anıtı” ise o karanlık ve sessizlikte insanı ürpertiyor, fotoğraf çekmeyi yine dönüşe erteleyip Bingöl’e varıyorum yolda ilk karşılaştığım kişinin tavsiyesi ile küçük bir kapalı garajı bulunan iki yıldızlı Hotel Sarıoğlu’na yerleşiyorum. Bilgi için, Banyolu oda+Kahvaltı 40 YTL. Bu arada, Elazığ’ı 10 km.kadar geçtikten sonra Bingöl’e kadar Petrol ve dinlenme tesisi yoktu.

11 Temmuz Cumartesi sabah Kars’ı hedef seçerek yola çıkıyorum. Virajlı yollarda sakince 60-80 km sürat ile giderken ortaya çıkan Almancı arabalarının tahrik ve teşvikleri ile tatlı ve dikkatli didişmelere başlıyoruz da, sonradan yokuş tırmanırken motor kesiklik yapınca göstergelere bakıyorum ve yedek benzin ışığının yanıp söndüğünü görüyorum. Nasıl da unutmuşum, üstelik büyük ihtimal Bingöl-Erzurum arası da Petrol yok. O anda “Erzurum 70 km” tabelasını görünce hızı iyice düşürüp Erzurum’a ulaşıp depoyu dolduruyorum. Demek ki ilk ışıktan sonra bu kadar yol gidilebiliyormuş. Erzurum’dan sonra Horasan yol ayrımından Kars’a 5 km. yeni yapılmakta olan küçük mıcırlı yolda kaymamaya çalışırken gelen giden araçların bir dünya tozunu yuttuktan sonra asfalta çıkar çıkmaz bir sağanak yağmur ve şiddetli rüzgarla karşılaşıyorum.
Yola çıkarken “Temmuz ortasında ne yağmuru canım?” deyip yağmurluk almamamın cezasını çekiyorum. Neyse ki çantanın kendi yağmurluğu var da fotoğraf mak. ve cep tel. kurtuluyor.

Sarıkamış şehitleri anıtı, kars yolu:


Resim

Cumartesi günü 13.00 gibi hafif yağmurlu ve soğuk bir havada Kars’a ulaşıyorum. Bir Taksi şöförünün tavsiyesi ile Sim-Er oteli bulup 2 gece kalmak üzere yerleşiyorum. B.Oda+kahvaltı: 60 ytl/gün. Adana’dan gelen biri için hava o kadar serin ki otelden dışarı çıkamıyorum.



Resim

Pazar günü hava biraz daha güzel, çıkıp birkaç foto çekiyorum:

Kars Kalesi


Resim

Güzel Sanatlar Galerisi


Resim

Park
Resim

Pazartesi sabahı yakın olan Azb. Konsolosluğuna gittiğimde benimle birlikte sadece 3 kişinin olması nedense “bana malum oluyor”
Nitekim, 10 dakika sonra sıra geldiğinde Adanalı’ların Ankara’dan vize alması gerektiği ama anlattığım güzergaha göre İran-Tebriz ya da Gürcistan-Tiflis’ten de vize alabileceğim belirtilerek konsolosluktan nazikce yolcu ediliyorum.

O anda Gürcistan’a gaz açma kararı verip Otel’den ayrılıyorum. Hedef Çıldır Gölü artık:


Resim

Resim

Resim

Resim

Resim

Borçka’dan sonra inceden inceye yağmur başlıyor ve Gürcistan-Tiflis’e kadar kısa aralıklar haricinde hiç dinmiyor
Resim

Şavşat
yolu
Resim

Resim

Resim

Resim


Artvin. 1980 yılında askerliğimi Yd.Sb. olarak yaptığım bu güzel şehre, yoğun yağmur nedeniyle uğrayamıyorum.
Resim


Artvin’den sonra birkaç tünel geçiliyor
Resim


Hopa’da tesadüfen bulduğum otel, bir petrol içinde yer alıyor ve fiyat/performans olarak seyahat boyunca kaldığım en uygun yer:
B.oda+kahvaltı: 30 ytl.

Resim

Resim

Ertesi sabah Sarp sınır kapısında Turing kurumuna uğruyorum. İran için triptik yaptırmam da gerekeceği için Tiflis’ten Azeri vizesini kolaylıkla alıp alamayacağımı Turing’e teyit ettirme saflığında bulunuyorum. Bilmediklerini söyleyip Gümrükler md.mv.ne gönderiyorlar, o da bilmediğini söyleyip polis’e gönderiyor. Onlarda ilgili davranmakla beraber bilmediklerini söyleyince bu bürokratik “yan pas – geri pas” larda bizim FB’ye taş çıkarttıklarını görünce, bildikleri tek iş para almak olan Turing’e dönüş yapıyorum ve nitekim 10-15 gün öncesine kadar bir araçla Türkiye’den ücretsiz çıkılan tek sınır kapısı olan Gürcistan geçişini de en az alınması gereken 6 aylık ve tek kullanımlık triptikle 70 YTL haraca bağlamış olduklarını öğreniyorum. Özellikle haraç dedim çünkü verdikleri belgeye Gürcistan gümrüğü itibar etmedi, Pasaport ve Ruhsatı yeterli gördüler.

Neyse, bu durumda bir yıllık Triptik daha avantajlı deyip onu çıkarıyorum ama bu hay huyda Gürcistan’a geçmem öğleni buluyor. :
Gürcistan gümrüğünde her şey son derece düzenli: Pasaport, ruhsat, bilgisayarda iki tık tık, tamam geç.

Resim

Gürcü sahilinde sigara molası verince Plakayı gören bir Türk Tır’cı yanıma geliyor ve sohbetten sonra Azeri vizesi işini ona da soruyorum
Ve bingo. Tiflis’te Türk Tır garajına gitmemi, orada akşamdan Pasaportu verince ertesi öğlen Azeri vizesinin ayağıma geleceğini, ayrıca orada otel filan olmamakla beraber ranza tipi yatağı olan bir Türk Tır’cının mutlaka beni misafir edeceğini söylüyor. İşte bu, Tır’cıdan al haberi.

Hemen Batum-Poti-Gori-Tiflis güzergahına gaz açıyorum ve Gürcistan’ın (Belki de henüz) yağmalanmamış tipik Karadeniz doğasına hayran olmaya başlıyorum. Hele ortadirek olduğu belli olan bir kasabadan geçerken gördüğüm bahçe içerisinde bakımlı tek katlı evler, kaldırımlarda dolaşan Kazlar, ördekler, domuzlar sanki bir çizgi masaldan fırlamış gibi geliyor. Yine başka bir kasabada Siyah Limuzin cenaze arabasının yürüyüş hızında giderken arkasında takip eden ahali ve özellikle tamamen siyah giysili kadınlar.. Ne yazık ki sürekli yağan yağmur yüzünden fotoğraf çekemiyorum ama Gürcistan’a tekrar ve bu kez daha uzun süreli bir tatil için gelmeye karar veriyorum.

Gürcistan insanı genel olarak kendi halinde. Kimse başınıza üşüşmüyor. Bu çok rahatsız edici bir durum oluyor. Çünkü ben çok mola veren bir seyyahım. Azerbaycan ve daha önceden gittiğim İran’da insanların başınıza üşüşüp “Kaç yapıyor, kaça aldın” diye başlayan ve “Tek misin, niye teksin” diye devam eden özellikle Azeri’de “Sizin devlet motorla gezmen için sana para veriyor mu?” soruları insanı çileden çıkarıyor, molayı eziyete dönüştürüyor.

Neyse, ender Gürcistan fotoğraflarında bir demet:

Resim

Resim

Resim

Resim

Yolda verdiğim bir molada plakamı görünce beni çaya davet eden Türk Tır’cının da Tifliste aynı garaja aynı amaçla gittiğini öğrenip, “Beni takip et” lafı üzerine yolumuz birleşiyor. Yağmurlu gecede akşam 21.00 gibi garaja varıyoruz ve Tır’da misafir ediliyorum o gece.
Ertesi gün 11.00 gibi akşamdan verdiğimiz pasaportlar vizeleri alınmış vaziyette getirilip dağıtılıyor. Hep beraber yola koyuluyoruz, ben artık gaz açıp onları geride bırakıyorum, bu gece Azb-Gence’de kalmak niyetindeyim. Gürcistan çıkış gümrüğüne geldiğimde büyük bir tabela dikkatimi çekiyor: “ Gürcistanı ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz, İYİ ŞANSLAR”

Bunun ne anlama geldiğini biraz sonra öğreniyorum. Gürcistan’dan yine son derece çabuk ve rahat bir çıkış yaptıktan sonra bir anda tabiat bile değişiyor sanki. Bir anda bozulan yoldandemir bir kapıya ulaşıyorum sol tarafta öbek öbek yığılmış belli ki Kamyoncular. Ne yapmalıyım, ben de aynı yolu mu izlemeliyim? Kalabalıktan ürküp demir kapının önüne geliyorum. Büyük şapkalı ve Polis mi , Subay mı yoksa Gümrük görevlisi mi olduğunu bilemediğim birisi beni durdurup Pasaportumu inceleyip sorular soruyor, sonra önümdeki demir kapıyı tutan esmer, zayıf ve beni kötü nazarlarla süzen askere talimat verip kapıyı açtırıyor. İçeride de kalabalık, kaos, sora sora bir odaya yönlendiriliyorum. Orada kaldık artık: “Ver pasaportu, dışarıda bekle”. Yarım saat sonra canım sıkılıyor ve içeri girip neden bekletildiğimi sorduğumda:
“-Sigortan var mı, teminat yatırdın mı?” gibi abuk subuk sorular karşısında, olayı algılayıp, 5 dolarla başladığım pazarlağı, “çık, çık” teşviklerine rağmen 10 dolarla bitiriyorum ve fakat rakamı az bulması dolayısıyla beni tekrar ilk girdiğim demir kapı dışındaki kalabalık içine tekrar gönderiyor. Bu arada son ib..ibikliğini yapıp 72 saat süre vermiş motora, Azb.nı terk etmem için.
Orası “Bayındırlıkmış” meğersem. Onlarda, bana bakıp, “ne motosikleti, ne harcı; sen git abi” deyip gönderiyorlar.
Tekrar birinci demir kapıyı açtırıp direk motoru çalıştırıyorum ve bana yaklaşan birkaç büyük şapkalının “harcı ödedin mi?” sorularına evet, artık tamam verin şu çıkışımı” deyip ikinci demir kapıya dayanıyorum. Artık çok sinirliyim. Ya seyahatim burada tutuklanma ile bitecek ya da neyse ney. Her şey saçma artık.

Yine beni son derece kötü nazarlarla süzen esmer, zayıf, silahlı askerlerin arasında nihayet son talimat veriliyor ve ikinci demir kapı açılıyor.

Biraz gazladıktan sonra, etrafımı 4-5 köpek sarınca, o ana kadar frenlediğim bütün mekanizmalar boşalıyor ve derhal durup, aklıma gelen bütün galiz küfürleri köpeklere yüksek sözle sarfetmeye başlıyorum ve hepsi kedileşiyor. Bu arada Azb.da ilk durağımdayım ve kimse bu sinirliliğime karışmıyor.

Sonra gaz açıp, inanılmayacak kadar bozuk yollarda gece vakti Gence’ye varıp tavsiye ile bir otel buluyorum. Banyolu oda olması için fark verdiğim 50 Dolarlık ve kahvaltı dahil olmayan odaya çıkınca bir daha bunalıma giriyorum. Banyo dahil her şey iğrenç. Homurdanınca, kat görevlisi mami gelip banyoda temizlik yapıyor ama klima çalışmıyor ve Azerbaycan’ın milli kuşunun sivrisinek olduğunu biliyorum.
Açamadığım pencere, bunaltıcı hava ve pis çarşaflar üzerinde iğrenç bir gece yaşayıp ertesi sabah derhal Bakü’ye yollanmak üzere yola çıkıyorum.

Ertesi akşama doğru Bakü’deyim artık. Sahildeki Apsheron Otele yerleşiyorum, 80 USD/gece ama temiz, klima çalışıyor, manzarası güzel ve yine ama; Kahvaltı hariç.

Resim

72 saat baskısı ile ertesi sabah hemen yola çıkıyorum:

Resim

Resim

Resim

Resim

Kazadan yarım saat önce (Mısır ve soğuk ayran mükemmel ikiliymiş meğerse):

Resim

Ve kaza: İran sınırına Astara’ya 100 km varken Turing haritasında görünmeyen başka bir sınır kapısına 20 km.kaldığını farkedince su ve sigara molası veriyorum. Ancak, kaderin ağlarını ördüğünün farkında olmadan zeminden dolayı dönüp dolaşıp 3. denemede aynı yerde mola veriyorum. Karabağ savaşında bulunmuş bir bakkala rasgelmişim, laf lafı açıyor ve ikramları uzuyor. Sonra müşterileri geliyor bu tenha yerde, acele etmeme rağmen gecikiyorum, vedalaşmak için.

Sonunda onunla vedalaşıp yola çıkıyorum. 5’inci vitese attığımda ve süratim 80 filan olduğunda 50 mt. Kadar ileride yolun kenarında bisikletli birini görüyorum. İki korna çakıyorum. 25 mt. Kaldığında yolun ortasına doğru hareketlendiğini görüp tekrar iki korna daha çakıyorum duruyor, yolun en soluna kaçıyorum. Beni duyduğu varsayımıyla geçip gideceğimi sanırken bir anda bir bisikletin ön tekerini önümde görüp ve çevreden bağrışmaları duyuyorum. Yapacak hiçbir şey yok, 90 derece açıyla bisikletin ön tekerine vurmamla birlikte sağ yanıma savrulup beni yolun solundaki toprak zemine deviriyor. O anda biri hemen koşup beni elimden çekerek motorun altından çıkartmaya çalışıyor ama hemen bağırıyorum: “Elimden çekme, ayağım kırıldı: Motoru kaldırın” Bu arada hayal meyal, bir polisin de elimden çekene bağırdığını, ona kızdığını, neden yola çıktığını sorguladığını hatırlıyorum. Meğer kulaklıkla müzik dinliyormuş ve ne kornayı ne motor sesini duymamış ve zaten görmemiş.

Tesadüfen tam da yol kenarında duran trafik ekibinin bir metre gerisine düşmüşüm, Motor üzerimden kaldırıldıktan sonra Polis elimden tutarak beni ayağa kaldırmaya çalışıyor ama sol ayağımı biraz yoklayınca “Ayağım kırıldı, ambulans çağırın” diyorum.

O anda bir taksi duruyor ve beni hemen ona atıp hastaneye gönderiyorlar, motoru da polislerden birisi oranın (Blesuvar Rayonu imiş) emniyet amirliğine götüreceğini söylüyor. Asansör filan yok, kucaklarına alıp hastanenin ikinci katına çıkarıp Ortopedi servisinin acil yatağına kaldırıyorlar.

Bölgenin ünlü cererrahı olduğunu sonradan öğrendiğim doktor, bütün müdahaleleri kendi eliyle yapıyor, hemşirelere bile iş bırakmadan.
Röntgeni çekip, kırığı tesbit edip ayağımı alçıya kendi elleriyle alıp beni servise yatırıyor.

Resim

Yanımda yatanların o kadar çok ziyaretçileri var ve beni soruyorlar, bu kimdir diye.
Cevabı şu: “Motur aşıriiip, kıçı kırıliiip”

Sonradan anladım ki:
Motur=Motor
Aşıriip= Devirmek
Kıç= Ayak.

Yatak komşum ve kendi de sepetli motosikle kaza geçirmiş olan arkadaşın tatlı kızı sarah:

IMG alt=”Resim” src=”http://i221.photobucket.com/albums/dd135/motoseyyah/69.jpg”>

Benim telefondan Türk Büyükelçiliğine oradan ulaşamayınca, Doktorum koltuk değnekleri bulmak için 3 gün uğraşıyor. 3 gün de o yoğun sezonda bana uçak bileti bulmak için uğraşıyor sağolsun varolsun.
Motoru merak etmemi, onu kendi evinde ve kapalı yerde ben gelene kadar muhafaza edeceğini söylüyor.
Son akşam beni evine misafir edip, bir hafta sonra banyo yapmamı ve mükellef bir ziyafetle memnun bir şekilde oradan ayrılmamı sağlıyor:

Resim

Ertesi gün de güvendiği bir şöförle beni Bakü’ye gönderiyor:

Resim

Ve motorla başlayan seyahatimin son durağı burası oldu, Bakü:

Resim

DEVAMI SENEYE.. 🙂

 
2 Yorum

Yazan: Eylül 7, 2009 in Motosiklet

 

2 responses to “Türkiye – Gürcistan – Azerbaycan..

  1. hamza

    Mart 29, 2015 at 22:46

    valalha ne güzel anlatmış ağabegim harikasın

     
    • motoseyyah

      Nisan 3, 2015 at 06:02

      Okuduğun ve yorum yazdığın için ben de teşekkür ederim

       

Yorum bırakın